Bugün Büyük Atatürk’ün eşsiz emaneti, korumak ve yaşatmakla yükümlü olduğumuz Cumhuriyetimizin 102. yılını kutluyoruz. Cumhuriyet Bayramımız kutlu olsun. Cumhuriyeti kuran Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarına çok şey borçluyuz.

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin 26. Genelkurmay Başkanı ve tarih araştırmacısı İlker Başbuğ ile yaptığımız “Cumhuriyet” konulu söyleşiye şu soru ile başlıyorum:
UĞUR DÜNDAR (U.D.): Sizce M. Kemal Atatürk’ün Cumhuriyeti bir siyasi rejim olarak düşünmeye başlaması hangi yıllara gidiyor?
İLKER BAŞBUĞ (İ.B.): Söyleşi için güzel bir başlangıç noktası. Ben de bu konuyu çok düşündüm ve araştırmaya çalıştım. Harp Okulu ve Harp Akademisi’nde sınıf arkadaşı olan Ali Fuat (Cebesoy) Paşa’nın “Sınıf Arkadaşım Atatürk” adlı kitabında bu soruya yardımcı olabilecek bir ifade var:
Kurmay Yüzbaşı Mustafa Kemal, 1905 yılında Şam’da arkadaşlarına şöyle diyor:
“Dava, yıkılmak üzere bulunan bir İmparatorluk’tan, önce bir Türk devleti çıkarmaktır. Bu gayeye yalnız Anayasanın yürürlüğe konulması, yani meşrutiyetin ilanı ile varılamaz.”
Görüldüğü gibi, M. Kemal’in kafasında “meşrutiyetin” ötesinde bir sistem var. Bunun karşılığı da cumhuriyettir.
A.Fuat Paşa’ya göre de o zamanlarda bu tezi savunacak başka bir kimse yoktu.
Buradan şu sonuca ulaşabiliriz: M. Kemal’in Cumhuriyet siyasi rejimini düşündüğü yıllar 1905 yılına kadar gitmektedir.
U.D.: M. Kemal Paşa, İstanbul’da Samsun’a gitmeden önce Anadolu İhtilalini planlarken yakınında Rauf (Orbay) Bey; Ali Fuat (Cebesoy), Kâzım Karabekir ve Refet (Bele) Paşalar var. Hepsinin ortak amacı; vatanı her ne pahasına olursa olsun düşman işgalinden kurtarmak. Peki, askeri zaferden sonra ne olacak? Herhalde burada M. Kemal Paşa’dan farklı düşünüyorlar. Bu konuda siz ne dersiniz?
İ.B.: Değerlendirmenize katılıyorum. Bu kadro elbette vatansever. Bunda hiç şüphe yok. Ancak bu kadro genel olarak “Osmanlı reformcuları”. Yani savaş sonrası, padişahın başında bulunacağı, meşruti idareyi savunuyorlar. Halbuki M. Kemal en azından 1905 yılından beri farklı düşünüyor. Bunun arkasında iki temel neden var. Birincisi, M. Kemal taşradan gelmiştir. Orta halli bir ailenin çocuğu. Diğerleri İstanbullu idiler. İyi halli ailelerin çocukları. Babaları da Osmanlı Devleti’nde üst görevlerde bulunuyorlar. Dolayısıyla onların düşüncelerini de iyi anlamak gerekir. İkincisi; M. Kemal Manastır Askeri Lisesi’nde okumuştur. Manastır ileri fikirlerin, hürriyetçi düşüncelerin en güçlü olarak ifade edildiği bir yer. Manastır Askeri Lisesi’nde çok güçlü ve değerli öğretmenler vardır.
U.D.: Peki, İsmet (İnönü) Paşa’nın bu konudaki düşüncesi neydi?
İSMET PAŞA CUMHURİYET FİKRİNİ MONDROS MÜTAREKESİ GÜNLERİNDE BENİMSEDİ
İ.B.: İsmet Paşa, bu konuya “İsmet İnönü/Hatıralar” kitabında değiniyor ve şöyle diyor:
“Benim Cumhuriyet fikrim aslında 1. Dünya Savaşı içinde ve daha da net olarak Mondros Mütarekesi devrinde doğdu. Harpten sonra, bu idareye son verip, memleketi tekrar padişahın eline teslim etmek aklın almayacağı bir iştir. Cumhuriyet fikri, mütareke esnasında hanedan mensuplarının düştükleri seviye bakımından zorunlu idi.”
Bu ifadeden İsmet Paşa’nın Cumhuriyeti bir siyasi sistem olarak düşünmeye başladığı yılların 1918’e dayandığı ortadadır.
İsmet Paşa’nın bu ifadesinde bir önemli tespit var:
“Mütareke döneminde, yani İstanbul ve Anadolu’nun işgali döneminde, hanedan mensuplarının düştükleri seviye ve davranışları karşısında, zaferden sonra idareyi tekrar padişahın eline teslim etmek aklın almayacağı bir iştir.”
U.D.: Peki, M. Kemal Paşa’nın Cumhuriyet düşüncesini 1923 yılından önce hiç arkadaşları ile paylaştığını görüyor muyuz?
İ.B.: Pek görmüyoruz. Sadece, Erzurum Kongresi öncesi, 7/8 Temmuz gecesi gün ağarmaya başlarken, yanında bulunan Mazhar Müfit’e söyleyecekleri hususları not etmesini istiyor. Yazdırdığı ilk cümle şu:
“Zaferden sonra hükümet şekli Cumhuriyet olacaktır.”
Bu not, M. Kemal ile Mazhar Müfit arasında kalacaktır.
ATATÜRK KURTULUŞ SAVAŞI’NIN ZAFERLE SONUÇLANACAĞINDAN EMİNDİR

Bu cümledeki bir noktaya dikkatinizi çekmek isterim: Notun yazdırıldığı tarih, 8 Temmuz 1919’dur. Yani ortada ne ordu var, ne de meclis var. Adeta hiçbir şey yok. İşin sadece başındadır. Fakat yaptığı ve yapacağı işlere o kadar güvenmektedir ki, girişilecek Kurtuluş Savaşı sonunda zafere ulaşacağından en küçük bir kuşkusu ve endişesi yoktur. Bu nedenle, söze zaferden sonra diyerek başlaması bile, onun ne kadar büyük bir lider olduğunu ortaya koymaktadır.
U.D.: Bu düşüncesini neden daha önceki yıllarda, en azından, yakın arkadaşlarına açmıyor?
İ.B.: Bu da önemli bir nokta. Atatürk, bu sorunun cevabını “Nutuk”ta şöyle anlatıyor:
“İstanbul’dan çıkmadan önce düşündüğümüz ve Samsun’a ayak basar basmaz tatbikatına başladığımız karar, millî hâkimiyete dayalı, kayıtsız şartsız bağımsız yeni bir Türk devleti kurmaktı... Bu önemli kararın bütün gereklerini ve zorunluluklarını ilk gününden ortaya koymak ve ifade etmek elbette isabetli olamazdı... Gelecekteki ihtimaller üzerine fazla beyanat, giriştiğimiz hakiki ve maddi mücadeleye hayal mahiyetini verebilirdi... Uygulamayı birtakım safhalara ayırmak, olaylardan yararlanarak milletin duygu ve düşüncelerini hazırlamak ve kademe kademe yürüyerek hedefe ulaşmak gerekiyordu... Ananelerine, düşünce kabiliyetlerine ve duygu durumlarına aykırı olan muhtemel değişimlerden ürkeceklerin ilk anda direnmelerini tahrik edebilirdi. Başarı için pratik ve emin yol, her safhayı zamanı gelince uygulamaktı.”
ATATÜRK MÜTHİŞ BİR STRATEJİ USTASIYDI
Atatürk, müthiş bir strateji ustasıydı. Yukarıdaki ifadesi, liderlik ve strateji açısından mükemmel bir örnektir. Zaten, tarihe damga vuran büyük liderlerin büyük çoğunluğu kafalarındaki nihai yani son hedefi en yakınlarındakilere bile başlangıçta pek açıklamazlar.
U.D.: Sizce Cumhuriyet’e giden yolda atılan en önemli adım nedir?
İ.B.: 1 Kasım 1922 günü TBMM’nin aldığı kararla saltanat ve hilafet birbirinden ayrılmış ve saltanat kaldırılmıştır. Aslında o gün kapalı olarak Cumhuriyet ilan edilmiştir. Bu olay Cumhuriyet tarihi için bir dönüm noktasıdır.
Burada şu soru da sorulabilir: Neden 1 Kasım 1922 günü bu karar alınmıştır.
9 Eylül 1922 günü askeri zafer kazanılmıştır.
Artık barış süreci başlayacaktır. İşte tam bu sırada 17 Ekim 1922 günü Sadrazam Tevfik Paşa’nın telgrafı Ankara’ya gelir. Telgrafta şöyle denilmektedir:
“Zafer kazanılmıştır. Bundan böyle İstanbul ile Ankara arasındaki ikilik kalkmıştır. Millî birlik tesis edilmiştir.”
İstanbul, Ankara’ya Lozan Barış Konferansı’na beraber katılınmasını önermektedir. Elbette Avrupa ülkeleri, özellikle İngiltere’de bu görüşü desteklemektedir.
Daha önce İsmet Paşa’nın dediği gibi bunu kabul etmek akıl dışıdır.
1.Kemal Paşa, artık iki başlılığı sona erdirmenin zamanının geldiğine karar verir. Ve TBMM’nin 1 Kasım 1922 günü aldığı kararla saltanat kaldırılır.
U.D.: Burada haklı olarak şu soru akla geliyor. Neden o gün hilafetin de kaldırılması düşünülmedi?
İ.B.: Haklı ve yerinde bir soru. Bu kararı alan Birinci Meclis’tir. Saltanatın kaldırılması kararının alınması bile bu Meclis’te gerçekten zor olmuştur. Belki de o gün bu kararın alınmasını kolaylaştıran neden Padişah Vahdeddin’in Kurtuluş Savaşı’na karşı almış olduğu olumsuz durumdur. Bu durum karşısında, Atatürk’ün yanındaki yakın arkadaşları bile Vahdeddin’i pek savunmamışlardır. Ancak bu kadrolar da Atatürk’ün pek güçlü olmasını da istememektedirler. Henüz barış antlaşması imzalanmamıştır. Lozan Konferansı devam etmektedir. Atatürk için bu dönemde birlik ve beraberliği korumak daha önceliktedir. Dolayısıyla, safhalı stratejiyi uygulaması ile öne çıkan Atatürk, bu konuda da böyle hareket ederek, hilafeti korumanın uygun olacağını düşünmüştür.
Bu karar aynı zamanda karşı tarafın da ümitlerini koruması yolunu açmıştır. Onlar da uygun şartlar oluştuğunda halifenin tekrar devlet başkanlığı makamına gelebileceğine ilişkin ümitlerini korumuşlardır.
Bu ümitlere de 3 Mart 1924 günü son verilecektir.
U.D.: Saltanatın 1 Kasım 1922’de kaldırılmasından sonra yaşanan önemli bir olay var mı?
ATATÜRK’ÜN YAKIN ARKADAŞLARI ONUN BİR SİYASİ PARTİ KURMASINA PEK TARAFTAR DEĞİLLERDİ
İ.B.: Atatürk’ün yakın arkadaşları onun bir siyasi parti kurmasına pek taraftar değillerdi. Hatta bırakın parti kurmasını, 1923 Şubat ayında Meclis Başkanlığı’na bir önerge ile, “Gazi Paşa’nın bir tarafa çekilmesi koşuluyla kendisine bir saray ve ayda 10 bin lira da ödenek verilmesi” şeklinde bir teklif de oldu.
Bu durumda, Atatürk’ün kafasındaki devrimler ne olacaktı?
Atatürk’ün bu gibi davranışlara tepkisi 6 Aralık 1922 günü oldu. Şu açıklamayı yaptı:
“Halk Fırkası (partisi) ismiyle kurulacak parti halkçılık esasına dayanacaktır. Köylülerimizi ve halkımızı ezen ve fakir düşüren vergilerin iyileştirilmesi gerekir, tabii servetlerimizin kamu çıkarı, halkın çıkarına kolaylıkla kullanılmasını sağlamalıyız. Halk Fırkası bütün sınıfları kuşatan, onların sözcüsü olan, ancak sınıfsal olmayan bir parti olmalıdır.”
Atatürk’ün izinde olmak sadece sözlerle olmaz. Önemli olan onun prensiplerini doğru anlamak ve bu prensiplerin uygulanması için de çalışmak ve çabalamak ile olur.
Atatürk 1922 yılında vergi adaletinden söz etmektedir. Geçen 100 yılda çok sayıda hükümetler geldi, geçti. Vergi adaleti gerçekleştirilebildi mi? Maalesef hayır. Bugün dolaylı (tüketim vergileri) toplamı, toplam vergi tutarının yüzde 65’i civarında. Gelir vergisi de bu durumda yüzde 35’ler civarında. 2022 yılı OECD ülkelerindeki dolaylı vergi (tüketim vergisi) ortalaması ise yüzde 29.6.
U.D.: Söyleşiyi şu soru ile bitirmek isterim: Atatürk cumhuriyeti nasıl tanımlamıştır?
İ.B.:Atatürk’ün cumhuriyete ilişkin çeşitli tanımları var. Bunlardan bence en önemlisi, 13 Ekim 1925 günü, İzmir Kız Öğretim Okulu’nda yaptığı konuşmasındaki şu tanımdır:
“Cumhuriyet ahlak erdemliğine dayanan bir rejimdir. Cumhuriyet erdemdir. Cumhuriyet yönetimi erdemli ve namuslu insanlar yetiştirir.”
Erdem kavram olarak, ahlaklı olmanın gerektirdiği doğruluk, dürüstlük, bilgelik, alçak gönüllülük ve vicdani sorumluluk anlamlarını içermektedir.
Atatürk bireysel erdem düşüncesini savunmaktaydı. Bu düşüncesini de “milli ahlak” tanımı ile somutlaştırmıştır:
“Milli ahlak, toplumun düzen ve huzuru ile toplumun şimdi ve gelecekteki refahı, mutluluğu, güveni korunması ve uygarlıkta ilerleme, yükselmesi için insanların her alanda çaba göstermesi, gerektiğinde kendi hakkından vazgeçmesidir.”
Bu tanım tek kelime ile şöyle özetlenebilir: Vatanseverlik.
Şimdi vicdani sorumluluk gereği, John F. Kennedy’nin de söylediği gibi; her akşam başımızı yastığa koyduğumuzda, kendimize bugün ülkem bana neler verdi diye soracağımıza, ben bugün ülkeme neler verdim, diye sormalıyız. Gerçek vatanseverlik budur.
Atatürk’ün prensipleri, onları doğru anlamak koşuluyla, bugünkü sorunlarımızın çözümüne de mutlaka ışık tutacaktır. Bu düşüncelerle Türk Milletinin Cumhuriyet Bayramını en içten duygularımla kutluyorum.