Meriç Köyatası, Hürriyet Gazetesi’nin “Amiral Gemisi” olduğu yıllarda aynı çatı altında birlikte çalıştığım değerli bir arkadaşım.
Aşağıda bazı bazı eklentiler yaparak alıntıladığım ve tümüne katıldığım yazısında benden de söz etmiş:
“Bizim doğduğumuz ülke, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde İstiklal Savaşı ile kanla kurulmuş, daha sonra da aydınlanma devrimleri ile dışarıdan borç almadan, kalkınmaya, sanayileşmeye başlayan demokratik, bir Cumhuriyet’ti. Kuruluş felsefesi, kurucu değerleri vardı. Laik ve üniter bir hukuk devletiydi. Yürütme, yasama ve yargıda güçler ayrılığı geçerliydi. Üstüne de demokrasisi gelişmiş diğer ülkelerde olduğu gibi, dördüncü güç olarak da bağımsız medyası vardı.
★★★
Bizim doğduğumuz ülkede, kimse birbirine “Etnik kökenin ne?”, “Dini inancın, mezhebin ne?” diye sormazdı. Bizim doğduğumuz ülkede, herkes Türkiye Cumhuriyeti’nin yasalar karşısında eşit Türk vatandaşları idi. Herkesin onurla taşıdığı elbette kendi etnik kökeni vardı ama bu, kimse tarafından sorgulanmazdı. Türk’ü, Kürt’ü, Alevi’si, Sünni’si, Laz’ı, Arnavut’u, Çerkez’i, liyakatı elverdiği sürece devletin her makamına gelebilirdi. Hakim, savcı, milletvekili, bakan, genelkurmay başkanı, başbakan ve hatta cumhurbaşkanı olurken kimse ona, “Sen nerelisin, etnik kökenin ne, dinin inancın, mezhebin ne?” diye sormazdı.
★★★
Bizim doğduğumuz ülkede bir “Güneydoğu sorunu” vardı ama adı bugünkü gibi “Ne olduğu belirsiz Kürt sorunu” diye isimlendirilmemişti. Sorun, Güneydoğu ve Doğu Anadolu’da, feodal yapının yıkılamaması, ağalık ve aşiret düzeninin sürmesiydi. Bugün o feodal yapı, ağa ve aşiret düzeni devam ediyor, ama sorun, bize farklı bir biçimde yutturulmaya çalışılıyor.
Bizim doğduğumuz eski Türkiye’de insanlar caddelerde, sokaklarda, çarşıda pazarda, öfkeyle burnundan soluyarak yürümüyordu. Herkes güler yüzle birbirine selam veriyordu.
Bizim doğduğumuz ülkede kadınlar gece saatlerinde bile olsa sokakta yürürken kimse tarafından rahatsız edilmiyordu.
Bizim doğduğumuz ülkede insanlar sokaklarda, meydanlarda şarkı söylüyor, dans ediyor gülüyordu.
★★★
Bizim doğduğumuz ülkede, devletin bütçesini denetleyen Meclis vardı, Sayıştay vardı, devletin aldığı kararları denetleyen ve durduran Danıştay vardı. Bağımsız mahkemeler ve yargı vardı.
Bizim doğduğumuz ülkede, zaman zaman yolsuzluklar ortaya çıkardı ama inanın bugünkü yolsuzlukların yanında okyanusta su damlası gibiydi. Üstelik yolsuzluk yapan yakalandığında da, kimin nesi olursa olsun, üstü örtülmez icabına bakılırdı. Gençler hatırlamaz, bilmez ama iki olay hatırlatalım. Olayın kahramanları bugün hayatta değiller. Zamanın Başbakanı Süleyman Demirel’in yeğeni Yahya Demirel, hayali ihracat yaparak devletten haksız vergi iadesi almıştı. Olay ortaya çıktığında Demirel Başbakan idi. Üstü kapanmadı. Süleyman Demirel Başbakan iken yeğen Yahya Demirel yargılandı, hapse mahkum oldu ve yine Demirel Başbakanken, hapiste yattı. (Merhum Demirel’in tüm kardeşleri, yeğenleri ve kayınbiraderi hakkında, onu kızdıracak manşet haberler yaptım. Bana bu nedenle tepkili olabileceğini düşünüyordum. Bir karşılaşmamızda sıcak yaklaşımından cesaret alarak ‘Bana kızgınsınız değil mi?’ diye sordum. Gayet yumuşak bir ses tonuyla ‘Neden kızayım kardeşim, sen işini yaptın. Ayrıca benim onları toplum önünde koruduğuma tanık oldunuz mu?’ dedi. U.D.)
Özal döneminin dürüst ve çalışkan bakanlarından Adnan Kahveci, bir başka bakanın (İsmail Özdağlar) rüşvet aldığını tespit etti. İsmail Özdağlar’ın milletvekili dokunulmazlığı kaldırıldı, mahkum oldu ve hapis yattı...
★★★
Daha verilecek çok örnek var. Bizim zamanımızdaki lise öğretimi, bugünkü üniversite seviyesinin üstünde idi. O yılların bazı lise öğretmenleri, günümüzün birçok üniversite rektöründen daha bilgililerdi.
Dünya üniversiteler sıralamasında Hacettepe, Boğaziçi, ODTÜ mutlaka ilk 200 içinde olurdu. Bizim zamanımızda gençlerin umudu vardı. İyi eğitim almış bir genç, iş bulabiliyor, meslek hayatının onuncu, bilemedin on beşinci yılında bir ev, bir otomobil, hatta bir de yazlık ev sahibi olabiliyordu. (TRT’de çalışmaya başladığım 70’li yıllarda bekar yapımcılar maaşlarıyla otomobil, evli olanlar ise taksitle hem ev, hem de araba sahibi olabiliyorlardı. U.D.)
Bizim doğduğumuz ülkede, halk, ordusuna, yargısına, bürokrasisine, medyasına, sanatçısına güveniyordu. Her ay yapılan en çok güvendiğiniz kişi sıralamasında ilk dört neredeyse değişmiyordu:
Uğur Dündar, Cumhurbaşkanı, Genelkurmay Başkanı, Anayasa Mahkemesi Başkanı...
Peki ya şimdi?
Şimdi de dünya lideri ülkemiz ve ileri demokrasimiz var!”