Susturmak değil, daha çok konuşturmak, işte bütün mesele bu...

Birinci Dünya Savaşı’nda açlar Londra’ya doğru yürüyüşe geçince hükümet tedbir olarak Hyde Park’taki serbest kürsülerin sayısını çoğaltmış...

Öfkeli kitleleri sakinleştirmenin çaresini, onlara daha çok ifade özgürlüğü sağlamakta görmüş.

“Susturmak değil daha çok konuşturmak... Özgürlüğü çoğaltmak... Toplumun öfkesini dindirmenin başlıca yolu budur” diye düşünmüşler.

★★★

Sevgili Melih Aşık’ın Milliyet’teki köşesinde dile getirdiği bu gerçeğe, yaşayarak tanıklık ettim.

Yıl 1970...

TRT’nin ilk kuşak televizyon yönetmen ve yapımcıları olarak beş arkadaş Londra’daki BBC stüdyolarında kurstayız. (Selim Esen, Neslihan Gece, Mehtap Uyguner ve Işık Selen.)

Başka milletlerden yaklaşık 30 meslektaş da aynı kursa katılıyor.

★★★

Bir pazar günü, Londra’nın tarihi ve turistik yerlerini gezerken yolumuz ünlü Hyde Park’a ve oradaki “Speakers’  Corner”a düştü.

Siyahi biri, “Serbest Kürsü”ye çıkmış, avazı çıktığı kadar bağırıyor, kraliyet ailesi, başbakan, bakanlar ve İngiliz toplumuna hakaretler yağdırıyordu!..

Sıra kendisini gülerek, yer yer alkışlayarak dinleyenlere hakaret etmeye gelince, bizi gezdiren İngiliz’e sordum:

“Buna dur diyecek bir görevli yok mu? Baksanıza herkese küfür ediyor!..”

Adam güldü ve hafızama adeta mıh gibi yerleşen şu yorumda bulundu:

“Hayır yok! Eğer bu adam burada tüm sıkıntısını dile getirip rahatlamazsa gider, bir yerde suç işler. Zaten biraz sonra başka biri çıkıp onunkilerin tam tersini söyler. Dinleyenler de böylece kimin doğru konuştuğuna karar verirler. Ayrıca adı üstünde burası ‘Serbest Kürsü”... Eğer dışarıdan müdahale gelirse, özelliğini yitirir ve bir daha da kimse konuşmaz. Zehir saçan söylemlerin panzehiri, yine özgürce yapılan konuşmalardır...”

★★★

Aradan 55 yıl geçtikten sonra Türkiye’de yaşananlara bakıyorum da “Acaba Hyde Park’ta konuşanlarla aynı dünyada mı yaşıyoruz” diye düşünmeden edemiyorum.

Yok şunu söyledin, gel bakalım polis nezaretinde adliyeye... Yok sosyal medyada şunu paylaştın, haydi yürü savcıya ifade vermeye... Yok falancayı çok sert eleştirdin ve iri laflar ettin, hop ev hapsine... Yok yıllar önce filancayla konuştuğun için adli kontrole, ya da Silivri’ye cezaevine!..

Düşündüğünü özgürce ifade etmeyi geçtim, neredeyse düşünmenin bile suç sayıldığı, çoğu insanın korkudan beyinlerine görünmez prangalar vurduğu bir sürece girdi Türkiye...

Baksanıza, gazetecilik yapmak, toplumun gerçekleri öğrenme hakkına hizmet edici faaliyetlerde bulunmak bile suç sayılır oldu!..

Tarihteki örneklerden biliyoruz ki; baskıcı anlayışlar uzun süre devam edemez. Çünkü o baskılar, gün gelir bumeranga dönüşür ve yapanlara yönelir.

Baksanıza, İngilizler savaş günlerinde bile yoksul insanların öfkelerini durdurmak için çareyi onlara daha çok özgürlük tanımakta bulmuşlar.

O halde bir kez daha yineleyelim:

Zehir saçan söylemlerin panzehiri özgür düşünce ve onu ifade edebilme özgürlüğüdür.

Susturmak değil, daha çok konuşturmak...

İşte bütün mesele bunu yapabilmek...