Yılbaşı, çocuklar ve Beyoğlu çikolatası

Edip Cansever usta; “Gökyüzü gibi bir şey ilk gençlik, hiçbir yere gitmiyor…” der.

Bu sözün doğruluğunu en çok ilk gençlik arkadaşlarımla buluşup, Beyoğlu’nda gezerken hissederdim.

Beyoğlu sanki bizim o dönemlerimizin yıldızlı gecelerini üstünde taşıyordu. Gençliğimiz ne kadar ışıltılıysa, Beyoğlu da o kadar ışıltılıydı. Fakat benim için o yılların en ışıltılı yeri; İstiklal Caddesi’nden Taksim’e doğru yürürken sağda kalan ve sadece Beyoğlu çikolatası satılan dükkandı. O ufacık dükkanın vitrininde tepeleme çikolatalar dururdu. El büyüklüğünde parçalar halinde kırılmış fındıklı çikolatalar, müthiş bir cazibeyle ışıl ışıl parıldar, fareli köyün kavalcısının sihirli flütünden yayılan büyülü ezgi gibi gelip geçenleri, özellikle de çocukları kendine çekerdi.

Çocuk aklımla “Param olsa da sonsuza kadar yesem” dediğim çikolata çeşidi buydu işte...

★★★

Televizyon habercisi olduktan sonra da ilk gençlik arkadaşlarımla tıpkı eski günlerdeki gibi dolaşırdık Beyoğlu’nu.…Tek fark, artık ünlü olmamdı. Çikolata dükkanının önünden geçerken anılarım ve çocukluğum, aklımın kıyısında upuzun duran, gittikçe de uzayan birer karartı gibi belirirdi. Hep eski günler, anılar, Kafdağı’na benzeyen ilk gençliğin, çocukluğun öte yanı, Anka Kuşu’nun padişahı, Çanakkale, Gelibolu, İstanbul’un yedi tepesinin ortasında Yedikule, Samatya, Vefa Lisesi, İstanbul Üniversitesi, turuncuya kesmiş Beyoğlu, Taksim’den gümbürdeyerek Dolmabahçe’ye inen bir sel gibi akan dolmuş taksiler, babam, annem, kardeşlerim, çocukluğum geçerdi gözlerimin önünden...…

Bu harika lezzet, zamandan ve ihtiyaçtan, çocuk tarafımızdan kalan bir rüyaydı; Beyoğlu’na ne zaman gitsek bizi olduğu yerde durdururdu. Arkadaşlarla ne zaman önünden geçsek, ağzımızın suyu akardı. Harçlıklarımızla alamayacağımız kadar pahalı olduğundan bayramlar hariç, yanına bile yaklaşamazdık!..

Yani gençliğimizin cam kasesinin bir tarafı kırıktı!..

★★★

Televizyonda tanındıktan sonra, bir gün, İstiklal Caddesi’nde Tünel’den Taksim’e doğru yürüyordum. Tam o dükkanın önünden geçerken, hiç beklemediğim bir hareket oldu. İçeriden kocaman çikolata parçası tutan bir el uzandı. Sahibi gayet nazik bir şekilde, “Uğur Bey afiyetle yiyin” diyerek, bunun bir ikram olduğunu anlattı. “Teşekkür ederim ama çok geç! Siz bu ikramı bana ortaokul, lise, üniversite yıllarımda, vitrine ağzım sulanarak bakarken yapacaktınız!” dedim.

Anılarıma veda edip Taksim’e doğru ilerledim...…

★★★

Önceki gün semt marketinden alışveriş yapıyorum.

Önümdeki sırada bir kadın, parasını ödemeye çalışırken aldığı ürünler yere döküldü. Kadın telaş ve mahcubiyetle bir yandan onları topluyor, diğer yandan da kasa yanına sıralanmış çikolatalardan birini alması için kendisini zorlayan 5-6 yaşlarındaki çocuğunu susturmaya uğraşıyordu.

Bir ara “Oğlum paramız bitti. Daha geçen ay çikolata almadım mı?” dediğini duyar gibi oldum. Onun doğrulmasına fırsat vermeden hemen kasiyer kızın kulağına eğilip, “Lütfen çocuğa bir çikolata hediye edin ben parasını öderim” dedim.

Kadın doğruldu ve gitmek üzereyken kasiyer:

“Efendim yılbaşı öncesinde küçük çocuklara birer çikolata hediye ediyoruz” diyerek, çocuğa istediği çikolatayı uzattı.

Çocuk sevinçle giderken zekasıyla durumu kurtaran kasiyer kıza teşekkür ettim.

Ve o an ilk gençliğimin Uğur Dündar’ını, Beyoğlu çikolatası satan dükkanın vitrinine bakınırken görür gibi oldum.