ABD, Rusya’yı kuşatma stratejisinde Türkiye’nin mutlaka yanında yer almasını istiyor!..

Tüm öngörüleri doğru çıkan emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ'dan çarpıcı dış politika analizi…

Değerli okurlarım,

Tüm öngörüleri doğru çıkan emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ ile bu söyleşimizde, NATO'nun Madrid Zirvesi”nde alınan kararları ve son dönemde yaşanan gelişmeleri konuşacağız.

Uğur Dündar-Şükrü Elekdağ

★★★

UĞUR DÜNDAR (UD): Sayın Elekdağ, NATO'nun yeni stratejisi dünyaya nasıl bir bakış getiriyor?

NATO RUSYA VE ÇİN'E KARŞI ASKERİ VE SİYASİ BLOK OLARAK GÜÇLENME YOLUNDA

ŞÜKRÜ ELEKDAĞ (ŞE): Yeni konsepti okuyunca ilk hatırıma gelen, tanınmış Amerikan stratejisti John Spykman'ın ABD ulusal stratejisini dayandırdığı temel sav ile, meşhur siyaset bilimci Samuel Huntington'un 21. yüzyılı tanımlama şekli geldi. Spykman, Amerikan stratejisinin temel dayanağını şöyle tanımlıyor: “Avrupa ile Asya'yı çevreleyen kuşağın bir veya birkaç devletin hegemonyası altına girmesi ABD'nin çıkarları açısından feci (catastrophic) sonuçlar doğurur. Amerika buna kesinlikle izin vermemeli ve bu bölgelerde dengeleri etkileyebilecek bir mevcudiyet sürdürmelidir.” Kanımca, Madrid NATO zirvesi, sonuç bildirgesi ile birlikte değerlendirmesi gereken yeni NATO “stratejik konsepti”, tam da bu amacı sağlayacak şekilde dizayn edilmiştir. NATO'nun en önemli işlevi, Amerika'nın Avrupa'daki askeri ve siyasi mevcudiyetini sürdürmesine imkan veren ve buna hukuki baz sağlayan forum olmasıdır. Belgenin birinci amacı, NATO'nun Avrupa ile Kuzey Amerika arasındaki yaşamsal ortaklığı perçinlemek ve Avrupa ile Kuzey Amerika'nın kaderlerinin ayrılmazlığını vurgulamaktır. Belge Rusya'yı, güvenliğe en büyük ve doğrudan tehdit olarak kayda geçirmekte, Çin'i ise “çıkarlar, güvenlik ve değerler açısından” bir endişe kaynağı ve stratejik rakip olarak görmektedir. Bu iki devlet arasındaki ilişkilerin askeri bir ittifaka evrilmesini ise, potansiyel bir tehdit olarak nitelenmekle beraber, Çin ile yapıcı angajmanlara açık olunduğu da belgede yer almaktadır. Önemli bir nokta da, zirveye Avustralya, Japonya, Yeni Zelanda ve Güney Kore'nin davet edilmesi suretiyle, NATO”nun yüzünü Asya-Pasifiğe doğru çevirmekte ve bu alana doğru genişleme projesine, İttifak gündeminde öncelik vermektedir. Devreye sokulacak bu proje, ikinci hedef olan Çin'i çevrelemek için oluşturulan büyük dizaynın bir parçasıdır. NATO, askeri yapılanmasını güçlendirme hususunda da çok önemli ve kapsamlı kararlar almıştır. Halen 40 bin civarında olan hazır kuvvet gücünü, 300 bine yükseltmek ve bunları gelecek yıla kadar yüksek hazırlık düzeyine çıkarmak, bu önlemlerden sadece biridirSonuç olarak, bir aralar “beyni ölmüş” olarak nitelenen NATO,  Çin'e ve Rusya'ya karşı, demokrasiler ittifakı olarak askeri ve siyasi bir blok şeklinde canlanıp güçlenme yolunda.

(UD): Samuel Huntington'un bu değerlendirmenize katkısı ne oluyor?

(ŞE):  Hatırlanacağı üzere Huntington, yüzyılımızı “uygarlıkların çatışma asrı” olarak tanımlamıştı. NATO'nun “stratejik konsepti” de, soğuk savaş döneminde olduğu gibi, Doğu ile Batı arasında hasım ideolojik kutuplara ayrılmış bir dünyada yaşayacağımızı öngörüyor.

DEMOKRASİLERLE OTOKRASİLER ARASINDAKİ SOĞUK SAVAŞ GİDEREK DERİNLEŞECEK

(UD): Bu model yeni bir soğuk savaş mı oluyor?

(ŞE): NATO “stratejik konsepti”, kurallara dayalı uluslararası düzeni kabul eden kutup ile, buna karşı çıkan veya değiştirmek isteyen kutup arasında, keskin bir ayırım yapıyor. ABD liderliğindeki NATO devletleri demokratik ülkeler olarak birinci grubu, Çin ve Rusya liderliğindeki Avrasya-Pasifik bloku ise otokratik ülkeler olarak ikinci grubu oluşturuyorABD ile AB tarafından Rusya'ya uygulanan yaptırımlar nedeniyle, demokrasilerle otokrasiler arasındaki bu soğuk savaşın derinleşeceğini tahmin ediyorum.

(UD):  Peki bu gerilimli küresel ortamda Türkiye'nin yeri nerede olacak? Batı'yla stratejik bağlarını koruyabilecek mi?

TÜRKİYE DENGEYİ ÖN PLANDA TUTAN BİR POLİTİKA İZLİYOR

(ŞE): Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bu konudaki ikircikli denebilecek açıklamaları, Türkiye'nin bu yeni küresel düzende yerini tayin hususunda bir ikilemle karşı karşıya kaldığı izlenimini yaratıyor. Nitekim Madrid Zirvesi”nden sonra yaptığı bir basın toplantısında dış politikamız hakkında şu ifadelerde bulundu: “Biz kendi bağımsız dış politikamızı izlerken, müttefiklik ruhu içinde NATO'ya gerekli katkıları vermeye devam edeceğiz. Biz siyaseti denge politikaları üzerinden yürütmek istiyoruz, kavga politikaları üzerinden değil.”

Cumhurbaşkanı ayrıca Türkiye'nin, Rusya karşısında daha sert bir çizgi izlemekten yana olan ABD ve İngiltere'den farklı olarak, dengeyi öne çıkaran bir politika izleyeceğini vurguladı. Cumhurbaşkanı bu politikanın gerekçeleri olarak da, Türkiye'nin doğal gaz ihtiyacının % 40'ının Rusya'dan tedarik edildiğini, Akkuyu'da Rusya tarafından nükleer santral inşa edildiğini ve Rusya ile savunma sanayii ilişkilerimizin bulunduğuna değindi.

(UD): ABD ve diğer müttefikler, Türkiye'nin hem NATO üyesi olmasını ve ittifak güvencesinden yaralanmasını, hem de ters düşen bir Rusya politikası izlemesine tepki göstermezler mi?

(ŞE): Erdoğan bu açıklamasıyla ABD'ye, NATO'ya ve Rusya'ya hesaplı mesajlar vermeyi tasarlamış görünüyor. ABD/NATO'ya verdiği mesaj şöyle: “Ukrayna Savaşı sürdükçe Rusya ile bir diyalog kanalının, gerek insani yardımlar, gerekse barış inisyatifleri açısından açık olmasında yarar var…  Nitekim Karadeniz tahıl koridorunun Türkiye'nin de girişimiyle devreye sokulması, uluslararası camia tarafından övgüyle karşılandı. Bu bakımdan Türkiye'nin Rusya ile ilişkilerini normal düzeyde idame ettirmesine anlayış gösterilmeli.” Erdoğan'ın bir hesabı da, Ukrayna ve Karadeniz havzasının Batı ile Rusya arasında güç mücadelesinin merkezi konumuna geldiği ve ABD'nin Türkiye'yi bu mücadelede kritik bir misyon üstlenmeye ikna etmeye çalıştığı bir dönemde Ankara'yla bir sorun çıkarmak istemeyeceğidir. Erdoğan'ın en önemli mesajı ise Putin'i muhatap almaktadır. Bu mesaj şu içeriktedir: “Ağır bir ekonomik kriz ortamında seçimlere gidiyorum. Aman gazı kesme!.. Ayrıca turizm ve ticari ilişkilerde de bir aksaklık olmasın.” Görüleceği üzere, Ukrayna savaşı devam ettiği müddetçe, Erdoğan'ın bir süre daha bu ikircikli politikasını sürdürmesi mümkün olabilir. Fakat Ukrayna savaşı uzadıkça bu politikanın zora girmesi kaçınılmazdır.

(UD): ABD'nin Türkiye'ye dayattığı askeri misyon konusuna girmeden önce, F-16'lar konusunu ele alalım. ABD'den bu yeni model F-16'ların ve modernizasyon kitlerinin alınması neden bu kadar önemli?

YUNANİSTAN TÜRKİYE'YE KARŞI HAVA ÜSTÜNLÜĞÜNÜ ELE GEÇİRMEYE ÇALIŞIYOR

(ŞE): Halen kapsamlı bir F-16 modernizasyonu gerçekleştirmekte olan Yunan Hava Kuvvetleri, envanterindeki uçaklara ilaveten, Fransa'dan satın aldığı 24 Rafale savaş uçağının teslimatıyla, Türkiye'ye üstün bir konuma erişiyor. Ayrıca, Washington, Atina'ya 20 adet F-35 sağlama vaadinde bulundu. Bu durumda, Türk Hava Kuvvetleri 40 adet Blok 70 F-16'yla takviye edilmediği ve mevcut uçakları modernize edilmediği takdirde, 5-8 yıl içinde Yunanistan'a karşı hava üstünlüğünü kaybedecektir. Böyle bir üstünlük elde etmesi, Atina'ya Ege Denizi'nde adaların karasularını 12 mile çıkararak bu denizi bir Yunan gölüne dönüştürmesine yol açacaktır. TBMM'nin 1995'te, Yunanistan'ın karasularını 6 milin üstüne çıkarmasını savaş nedeni (casus belli) sayan bir kararı var. Bu karar bugüne kadar, Yunanistan'ı, Ege'de karasularını genişletmekten caydırdı. Ancak, bu caydırıcılığın geçerli ve Yunanistan açısından inandırıcı olması, Türkiye'nin Yunanistan'a karşı hava üstünlüğüne sahip olmasına bağlı… Bu durumda, F-16 paketinin tedarikinin Türkiye açısından kritik, hatta yaşamsal olduğunu söylemek yanlış olmaz.

(UD): Bu konuda ABD Kongresi'nde başlatılan iki yasal süreç var…

BIDEN F-16'LARIN TÜRKİYE'YE SATILMASI İÇİN SOMUT ADIM ATMIŞ DEĞİL

(ŞE): Biden, Madrid'de Erdoğan'a F-16'ların Türkiye'ye sağlanacağı hakkında verdiği sözü yerine getirme hususunda somut bir adım atmış değil. Yönetim, Kongre'ye satış konusunda resmi bildirimde bulunmadı. Kaynaklarım, bu konuda, sonu belirsiz bir sürecin yıl sonuna kadar uzayacağını söylüyorlar.

(UD): Cumhurbaşkanı Erdoğan, “F-16'lar hakkında sözünüzü yerine getirmezseniz, TBMM, İsveç ve Finladiya'nın NATO'ya katılma onayını vermez” diyemez mi?

(ŞE): Önümüzdeki kısa süre içinde NATO'ya üye ülkelerin parlamentoları iki İskandinav ülkesinin üyeliğini onaylayacaklar ve sıra Türkiye'ye geldiğinde, Washington Ankara'ya, “onaylamazsan, F-16 satışının Kongre'den geçişi daha zorlaşacaktır” diyecekiktidar da isteneni yapacaktır. 2018'de Rahip Brunson'un tahliyesi olayında Başkan Trump'ın “Ekonominizi mahvederim” mesajı iktidarın zihninden silinmemiştir. Bu nedenle, bu gibi olaylarda Washington'a direnç gösteremez. Yunan lobisinin Temsilciler Meclisi'nde başlattığı sürece gelince, Ankara'nın buna pek önem vermediği anlaşılıyor. Zira tasarının Türkiye'ye kabul ettirmeye çalıştığı “6 millik karasuyunun 10 millik hava sahası olması” koşulu, uluslararası hava hukukuna aykırı olması nedeniyle ABD tarafından da kabul edilmemektedir.

(UD): Şimdi, söyleşimizin başında değindiğiniz askeri misyon konusuna gelelim.

ABD RUSYA'YI KUŞATMA STRATEJİSİNDE TÜRKİYE'NİN MUTLAKA YANINDA YER ALMASINI İSTİYOR

(ŞE): Washington, Karadeniz jeopolitiğinde ana hedefi olan Rusya'yı kuşatma ve baskı altında tutma stratejisinde, Türkiye'nin behemahal (mutlaka) yanında yer almasını istiyor. Washington, Türkiye'nin, Bulgaristan, Romanya ve Gürcistan'ın katılacağı ve ABD'nin hava gücüyle destekleyeceği, ortak bir Karadeniz NATO deniz gücü kurularak Rusya'nin bu bölgede baskı altında tutulmasına büyük önem atfediyor. Karadeniz'e kıyıdaş diğer devletlerin askeri kapasitelerinin düşük olması nedeniyle, bu proje ancak Türkiye'nin katılımıyla etkili bir askeri varlık niteliğini kazanabiliyor. Bugüne kadar da gerçekleşememesinin nedeni, Türkiye'nin projeye mesafeli durmasıdır. Ukrayna savaşı nedeniyle, Karadeniz havzası, Batı ile Rusya arasındaki güç mücadelesinin merkezi konumuna gelmiştir. Bu nedenle buraya, soğuk savaş yıllarında olduğu gibi, çok gergin bir siyasi atmosfer hakimdir. Bu durumda, Türkiye NATO deniz gücünde görevli olursa, ufak bir kıvılcımın tehlikeli biçimde yayılmasıyla
Ankara, iradesi dışında kendini Rusya ile çatışma halinde bulabilir.
 Tabii bu konunun bir de Montrö Sözleşmesi boyutu var. NATO'nun Karadeniz gücünde yer alması halinde, Türkiye'nin Montrö Sözleşmesini, adil ve objektif şekilde uygulaması mümkün olmayacaktır. Washington, Türkiye'nin bu konuda gösterdiği direnci kırmak için elindeki her baskı unsurunu kullanmayı öngörüyor.

(UD): Bunların başında da F-16'ların Türkiye'ye satışı geliyor diyorsunuz.

BIDEN YÖNETİMİ TÜRKİYE'YE KARŞI F-16 KOZUNU KULLANIYOR VE YUNANİSTAN'I SİLAHLANDIRIYOR

(ŞE): Evet!… Biden yönetimi, Kongre'deki aşırı Türkiye karşıtlığını bahane ediyor ve bunun üstesinden gelerek, satışın engelsiz gerçekleştirilmesi için Kongre'yi ikna etmek gerektiğini, bunun için de güçlü bir gerekçe göstermek zorunluluğunu ileri sürüyor. Kongre'yi F-16 satışına ikna etmek için ihtiyaç duyulan gerekçe de Türkiye'nin NATO'nun Karadeniz filosuna katılması.  Biden yönetimi, bu misyonu Türkiye'ye kabul ettirmek için ikinci bir baskı unsuruna daha başvuruyor. Bu da, Yunanistan da bir üsler ağı kurmak ve aşırı bir silah yığınağı yapmak… Bunu, NATO gücünü takviye maksadıyla yapıyorum dese de, güttüğü bir diğer amaç da bölgede Türkiye'ye ve İncirlik üssüne stratejik bir alternatif oluşturduğu havasını yaratmak suretiyle, Ankara'nın kendisine “biat” (tam itaat) etmesini sağlamak.

(UD): Biden yönetiminin Türkiye'ye uyguladığı iki yönlü baskı bu…

(ŞE): Evet… Türkiye biat edip Karadeniz misyonunu kabul etmezse, hem F-16'ları elde edemiyor, hem de Ege'de güç dengesini kaybediyor ve Yunan saldırganlığına davetiye çıkarıyor.

(UD): Savunma Bakanı Hulusi Akar, F-16 konusunda sorulan bir soruyu şöyle yanıtladı: “Olumlu bir  şekilde sonuçlanmasını temenni ediyoruz. Olmazsa, artık seçenekler çok arttı. Buna karşı bir çözüm üretebiliriz” (AA, 01. 08. 2022). Yani, endişeye mahal yok dedi…

(ŞE): Batı dünyasının Türkiye'ye örtülü silah ambargosu devam ediyor. Tabii burada “Rusya'dan veya Çin'den uçak alırız” iması da var. Ancak, 2.5 milyar dolar verip alay-ı vala (aşırı gösteriş) ile satın aldığımız S-400'leri aktive etmekten çekinip kutularına koymasaydık, bu gibi sözlerin bir değeri olabilirdi!..