Suriye’deki garnizon devlet Türkiye için beka sorunudur!..

Tüm öngörüleri doğru çıkan Emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ yıllar önce uyarmıştı…

ABD'nin Irak'ı işgalinden sonra oluşan Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi'nden sonra, şimdi de Suriye'de ABD eliyle bir Kürt Devleti kuruluyor. ABD'nin ağır silahlarla donattığı, askerlerini eğittiği bu garnizon devlet, emperyalizmin Büyük Kürdistan projesinin ikinci ayağı olarak değerlendiriliyor. Üçüncü ve dördüncü ayaklar olarak da İran ve Türkiye'nin hedeflendiği öne sürülüyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın açıklamalarından, ülkemiz için beka sorunu halini alan bu tehlikeli gelişmeyi durdurabilmek ve Suriye sınırımızdaki güvenli bölgeyi derinleştirebilmek amacıyla Türk Silahlı Kuvvetleri'nin yeni bir harekata başlayacağı anlaşılıyor. ABD'nin başını çektiği Büyük Kürdistan projesini ve buna karşı alınması gereken önlemleri yıllar önce, 16 Eylül 2015'te, tüm öngörüleri doğru çıkan emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ ile irdelemiş ve çözüm yollarını önermiştik.

İşte o tarihi söyleşi:

Emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ, ABD'nin Suriye'de izlediği politikanın, Türkiye'nin güvenliğini nasıl tehlikeye attığını 7 yıl önce tespit etti. Bu tehdidi yazarımız Uğur Dündar'a anlatarak iktidarı uyardı.

★★★

ŞÜKRÜ ELEKDAĞ (Ş.E.): Ortadoğu jeopolitiği baş döndürücü bir hızla yeniden dizayn ediliyor. Özellikle Suriye Kürtlerinin, fiili özerklik gerçekleştirmeleri “Büyük Kürdistan” projesini bir hayal olmaktan çıkarmış ve bölgede yaşayan Kürtler açısından somut bir hedef niteliği kazanmasına yol açmıştır. Suriye Kürtlerinin de Irak'ta olduğu gibi, kendi özerk devletlerini kurmaları sadece bir zaman meselesidir. Düşünün bir kere, Türkiye'nin yanı başında, bağımsızlık yolunda, iki özerk Kürt devleti kurulunca, Güneydoğu'da büyük kısmı HDP'ye oy vermiş olan Kürt vatandaşlarımızın bundan daha azına razı olmaları mümkün müdür? Realist bir çözüm önerisinin dikkate alacağı en önemli nokta budur…

UĞUR DÜNDAR (U.D.): Cumhurbaşkanı Erdoğan, PKK/PYD'nin kuzey Suriye'de bir hakimiyet alanı oluşturmasına engel olmak istedi ama ABD buna karşı çıktı…

(Ş.E.): Doğru… Şimdi çözüm açısından ikinci önemli noktaya geliyorum. Ülkemizin en yakıcı sorunu olan terör ve Kürt sorunu iç içe geçmiş olsa bile, sorunun halli için bu ikili arasında bir ayrım yapmak zorunludur. Doğru tedavi için doğru teşhis gerekli. Bu bakımdan ilk önce şu soruya yanıt aranmalı. Kürt sorunu mu PKK'nın doğmasına sebep olmuştur, yoksa PKK mı Kürt sorununun ortaya çıkmasına neden olmuştur? Bu sorunun gerçekçi yanıtı, PKK'nın Kürt sorununun bir türevi olduğudur. Böyle olunca, realist bir çözüm önerisi, PKK'nın sürdürdüğü bu savaşın toplumsal dayanaklarının ortadan kaldırılmasını hedef almalıdır. Daha somut bir ifadeyle, çözüm için, Kürt sorununun sosyal, siyasal, ekonomik, temel ve kültürel haklar boyutlarının ele alınması ve bu alanlardaki eksikliklerin telafisine odaklanılması zorunludur. Burada ölçüt, “AB ülkelerinin çoğunluğu tarafından deneyim süzgecinden geçmiş fiilen uygulanan standart ve normlardır.” Bu bağlamda kültürel çoğulculuğun eşitlik ve özgürlük ilkeleri çerçevesinde sağlanması ve dağa çıkmayı önleyecek kapsamlı sosyo-ekonomik önlemlerin alınması, çözümün en önemli halkalarını oluşturacaktır. Bu adımların atılması, PKK ile mücadelede alınacak sonuçlardan tamamen bağımsız olmalıdır. Zira, kültürel haklarını kullanabilen, kimliği güvence altına alınan, eşit vatandaşlık hukukundan istifade eden, refah makasının kapatılması yolundaki önlemlerden yararlanan ve ulus devlet yapısını bozmayacak şekilde yerinden yönetim talepleri karşılanan Kürt toplumunun, PKK'ya verdiği destek zayıflayacak ve etki alanı daralacak olan örgüt, büyük bir olasılıkla zamanla tecrit edilecek ve marjinalleşecektir.

(U.D): Yerinden yönetim talepleri dediniz… Bununla herhalde Avrupa Yerel Yönetimler Şartı'nı kastediyorsunuz. Ancak “Şart”, PKK/HDP tarafından talep edilen “demokratik özerklik” kavramıyla özdeşleştiriliyor ve kabule şayan görülmüyor.

DEMOKRATİK ÖZERKLİĞE KESİNLİKLE HAYIR, GÜÇLÜ YEREL YÖNETİMLERE EVET

(Ş.E.): Avrupa Birliği, halka en yakın idari yapı olan yerel yönetimlerin güçlendirilmesini ve özerkleştirilmesini gelişmiş bir demokrasinin temel taşı olarak görüyor. Yerel Yönetimler Şartı'nın, “demokratik özerklik” ile hiçbir benzerliği yok!.. “Demokratik özerklik”, esasında kuzey Irak örneğinde olduğu gibi, yasama, yürütme ve yargı erklerine sahip, ismi konmamış bir federe devlet statüsüdür. Bu statü, “self-determinasyon” (kendi kaderini tayin edebilme) hakkına dayanmakta olup, Anayasamızın öngördüğü değişmez ilkelere ve özellikle üniter devlet yapısına aykırıdır. Buna mukabil, Avrupa Yerel Yönetimler Şartı, katı merkeziyetçi yönetim anlayışından vazgeçerek yerel yönetimlerin güçlendirilmesini öngörmektedir. Bakınız bu konuda Türkiye'de ve Avrupa'da en yetkili kişilerden biri olan Profesör Ruşen Keleş ne diyor: “Yerel yönetimleri halka en yakın kurullar olarak geliştirmek ve daha özerk kılmak, sanayileşmiş batı ülkelerinin ortaklaşa paylaştıkları ve titizlikle sahip çıkmaya çalıştıkları demokratik ve çağdaş değerlerin başında yer alıyor. Batı, yerel yönetim olgusunu, ‘ulus-devleti' parçalamak için değil, bütünleştirmeyi kolaylaştırmak için bir araç olarak kullanmaya önem veriyor. Bölge yerel yönetimlerine, giderek daha büyük sempatiyle bakılmasının ardında yatan başlıca neden de, bölüp parçalanmak değil, bütünleşmeyi daha iyi gerçekle sağlamaktır.” Esasen “Şartı” kabul etmiş bulunuyoruz. Bütün mesele, koyduğumuz bir düzüne rezervi kaldırmak ve uygulamak…

(U.D.): Yani AB ülkelerinin vatandaşlarına tanıdığı tüm özgürlükler Türkiye'de de hiçbir kısıtlamaya tabi tutulmadan uygulanacak ve çağdaş bir demokrasi olacak. Amacımız esasen bu!.. Ama, HDP'nin anadil konusundaki talepleri ne olacak?

(Ş.E.): AB özgürlükler hususunda ne uyguluyorsa Türkiye de onu kısa bir zaman diliminde uygulamayı taahhüt edecek ve bunu bir takvime bağlayacak… Hedef, AB standartları uyarınca Türklerle Kürtleri aynı hukuku ve aynı hakları paylaşan vatandaşlar haline getirmek… Anadil alanındaki taleplere gelince… Avrupa Konseyi'nin hazırladığı “Avrupa Bölgesel veya Azınlık Dilleri Şartı”, bölgesel ve azınlık dillerinin öğretilmesi ve bu dillerde eğitim yapılması ile kamusal alanda kullanılmasını öngörüyor. Fakat “Şart”, elimdeki bilgilere göre, sadece Danimarka tarafından uygulanmış. Fransa, İngiltere, İtalya, İspanya ve Avusturya, “Şartı” imzalamış, fakat onaylamamış. İsveç, Türkiye, Yunanistan ve Bulgaristan ise, “Şartı” imzalamamış bile. Bu durum, AB'ye üye ülkelerde, anadilde yayın ve eğitim ile, anadilin kamusal alanda kullanılması konularında gayet farklı düzenlemeler olduğunu ortaya koyuyor. Anadilde eğitim ve ana dilin kamusal alanlarda kullanımı hususunda AB henüz yerleşmiş bir standart ve normdan hayli uzak… Bu durumda, Türkiye açısından bir uyum mecburiyeti yok. Standart bir uygulama ortaya çıkınca Türkiye bunu değerlendirir.

(U.D.): Güzel de, Türkiye'nin içinde bulunduğu koşullarda bunlar atılması zor adımlar değil mi?

SOSYO KÜLTÜREL FARKLILIKLARIN BARIŞ İÇİNDE YAŞAYACAĞI SİYASİ SİSTEM GEREKLİ

(Ş.E.): Bu öneriler Türkiye'ye demokratik bir toplum yapısı kazandırmayı öngörüyor. Ayni zamanda, PKK'nın elinden “Kürt halkına hakları verilmiyor” iddiasını alarak uluslararası alanda Türkiye'ye karşı yürütülen karalayıcı kampanyaya son verecek… Ama gerçek amaç, katılımcı ve çoğulcu demokrasiyi oluşturmak ve sosyo-kültürel farklılıkların barış içinde bir arada yaşadığı bir siyasi sistem yaratmak… Bu amaçla, belirtmiş olduğum dört alandaki adımlar, PKK ile (silahlı) mücadelede alınacak sonuçlardan tamamen bağımsız olarak atılmalıdır. Zira, kültürel haklarını kullanabilen, toplum gözünde kimliği güvence altına alınan, eşit vatandaşlık hukukundan istifade eden, refah makasının kapatılması yolundaki önlemlerden yararlanan ve ulus devlet yapısını bozmayacak şekilde yerinden yönetim talepleri karşılanan Kürt toplumunun, PKK'ya verdiği destek zayıflayacak ve etki alanı daralacak olan terör örgütünün büyük bir olasılıkla zamanla tecrit edilmesi ve marjinalleşmesi kolaylaşacaktır… Böyle bir ortamda yaşayan Kürt kimlikli halkımız, sınır ötesindeki iki Kürt devletine bakınca, oralarda imrenilecek bir şey göremeyecektir.

(U.D.): Bir de, bölgenin terörist üreten sosyo-ekonomik yapısını değiştirmek gerekiyor…

TERÖRİST ÜRETEN SOSYO EKONOMİK YAPI ORTADAN KALKMALI

(Ş.E.): Tamamen öyle, gençlerin dağa çıkmasını kesin olarak engellemenin yolunun, ülkemizin terörist üreten sosyo-ekonomik yapısının değiştirilmesinden geçtiği gerçeğine, bugüne kadar gerekli önceliğin verildiği pek söylenemez. Gelecekten umudunu yitirmiş, işsiz, parasız, eğitimsiz ve çevresi ile devlete öfkeli olan bu bölgenin gençleri, her türlü etki ve provokasyona açıktırlar ve bu halleri ile PKK'nın ağına düşmeye hazır terörist adaylarıdır. Demek ki PKK sorununa çözüm bulmada kilit unsurlardan biri, terörist üreten sosyo-ekonomik yapıyı değiştirmek oluyor. Bu sorunun çözüm yolu, kamu girişimciliğine dayalı kapsamlı bir ekonomik ve sosyal kalkınma programı çerçevesinde bölgede istihdam ve iştira (satın alma) gücü yaratılmasından, eğitimle sağlık alanlarında hızlı bir seferberlik başlatılmasından geçiyor. Bu da ancak, devlet yatırımlarıyla kamu iktisadi teşebbüsleri kurmak ve bu şekilde istihdam ve gelir yaratmakla olur… Devlet tarafından fabrikaların kurulması ile istihdamın sağlanması, bölge halkınca devletin kendilerini sahiplendiği ve koruyucu ve kollayıcı görevini üstlendiği şeklinde algılanacak, bölgede yaşayan vatandaşın kendini vatandaş gibi hissetmesine yol açacaktır.

TERÖRLE MÜCADELE SÜRMELİ, PKK MUTLAKA SİLAH BIRAKMALI

Ancak, terör sorunu varlığını sürdürdüğü müddetçe, hem bireyin hem de devletin güvenliğinin sağlanması, devletin varlığından kaynaklanan bir sorumluluktur. Bu bakımdan terörle mücadele en etkin biçimde sürdürülecektir. Geçmişte yapılan büyük hatalardan ders alınarak PKK ile mücadele stratejisi şu esaslara dayanmalıdır: 1) Silah bırakmadığı sürece PKK veya Öcalan ile asla müzakere edilmemelidir. Elinde silah olması nedeniyle PKK, Kürt siyasetini tekeline almış ve BDP ile ondan önceki partileri sözcüsü gibi kullanmıştır. Örneğin BDP, PKK'nın amaç ve hedeflerini, sanki oylarını aldığı etnik tabanın eğilim ve talepleriymişçesine açıklamak zorunda kalmıştır. Eğer HDP ve lideri Demirtaş sorunun değil de, çözümün bir parçası yapılmak isteniyorsa -ki, bu hedeflenmelidir- PKK'nın baskısından muhakkak kurtarılmalıdırlar. Bunun için de örgütün etkisiz hale getirilmesi zorunludur. 2) TBMM yegâne çözüm yeri olarak kabul edilecektir. 3) Halkın muhatap alınması ve sivil siyaset kanalıyla çözüm aranması için mekanizmalar oluşturulmalıdır. 4) PKK/PYD tehdidi öncelikli iç ve dış tehdit olarak saptanmalı, Milli Güvenlik Siyaset Belgesi'ne bu niteliğiyle kaydedilmeli ve askeri güçle PKK'nın bölgedeki hakimiyetine son verilerek vatandaşlarımızın PKK tutsaklığından kurtarılması ve iradelerini serbestçe ortaya koyabilmeleri sağlamalıdır. Türkiye'nin varlığına bütünlüğüne kasteden bu tehdidin üstüne milli seferberlik anlayışıyla gidilmelidir. 5) Türkiye, elindeki kuvvetli ekonomik ve siyasi kozları kullanarak Barzani'nin topraklarındaki PKK unsurlarını defetmesini sağlamalı, bu baskılar sonuç vermezse, uluslararası hukuktan doğan müdahale hakkına başvurmaktan çekinmemelidir. Eskisinden farklı bir durum mevcut. Artık, PKK elebaşıları ve militanlarının, Suriye gibi, gidecek bir yerleri var. Bu bakımdan, Türkiye,
bu yoldaki baskı ve eylemlerinden daha kolay sonuç alabilir. 6) Türkiye'nin teröristlerin güven duygusunu ortadan kaldıracak, yüreklerine korku salacak ve onları teslim olmaya zorlayacak, tereyağdan kıl çeker gibi hava/kara operasyonları yapan uçar birliklere ihtiyacı var. Bunlar, terörist elebaşılarını baskınla inlerinden kaçırmalı ve adalete teslim etmelidir. İsrail 4200 km. uzaklıktaki Entebbe'ye baskın yapabiliyorsa,
TSK'nin yanı başımızdaki PKK üslerine böyle bir operasyon yapamaması kabul edilebilir mi?”

★★★

Özetleyerek aktardığım bu söyleşiyi takip eden yıllarda PKK ile silahlı mücadelede büyük başarılar kaydedildi. Ancak şimdi de başımıza Suriye topraklarında kurulmakta olan “Garnizon Devlet” belası çıktı. Eğer AKP iktidarı Irak'ın işgalinden ders çıkarıp, ABD' nin peşinden Suriye'ye girmek yerine, Beşar Esad rejimiyle diyaloğunu sürdürmüş olsaydı, bugün ülkemiz sığınmacı akınına uğramayacak, ayrıca böylesine bir tehdit, hatta beka sorunuyla  karşılaşmayacaktık.

Bu köşeden birçok kez söyleyip uyardık ama dinleyen kim?..